Balkanların Paris’i

Romanya’nın başkenti Bükreş’teyim. Meydanları, müzeleri, sarayları ve parklarıyla görülesi bir yer. 10 yıl önce gittiğim ülkeyi bu kez çok gelişmiş buldum. Ekonomisini bir hayli düzeltmiş. Gezilecek yerlerin başında; Parlamento Sarayı, eski şehir, Zafer Takı, Opera Binası, Romen Köy Müzesi, Devrim Meydanı, Stavropoleos Kilisesi, Cismigiu Parkı, Bükreş Üniversitesi var. Bükreş’e buyrun…

Hanife BAŞ

Romanya’nın başkenti Bükreş… Namı diğer Balkanların Paris’i. İlk olarak yaklaşık 8 yıl önce gittiğim bir şehir. O dönemki gezimi hayal meyal hatırlıyorum. Eski doğu bloku ülkelerinden, komünizmin bitmesinden sonra yeni yeni toparlanıyordu. Ünlü liderleri Çavuşesku’nun sarayını unutmam mümkün değil…
Bu kez iş için kısa bir seyahat olsa da ikinci kez Bükreş’i görme şansı yakalayacağım. İstanbul’dan bir buçuk saatlik uçuşla varıyoruz şehre. 40 dakika içinde şehir merkezindeki otelimizdeyiz. İşle karışık bir seyahat olduğu için şehri gezmeye az bir zaman ayırabileceğim. Romanya’da pek çok Türk markası ve firması var. Türklerin yurtdışında en fazla şirket kurdukları ülkelerden biri. Ayrıca turist rehberimizden, Avrupa’da Türkleri en çok seven ülke olduğunu öğreniyorum. 2007 yılında AB’ye girmeleri ekonomilerini bir hayli olumlu etkilemiş. Artık Romenlerin iş aramak için yurtdışına gitmek yerine pek çok insanın iş için Romanya’ya gelmeye başladığını öğreniyoruz.
Evet, başkent Bükreş, meydanları, müzeleri, sarayları ve parklarıyla ziyaretçilerine çok şey vaat ediyor. Gezilecek çok yeri var. Hedefim en kısa sürede en çok yeri görebilmek. 300 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan şehirde bunun etkisini görmek mümkün. Osmanlı’dan kalan pek çok eser var. Komünizm döneminden kalma yekpare gri binalar yanında eski tarihi binalar ve çoğunda Türk müteahhitlerin imzası bulunan modern binalar birbiriyle adeta yarışıyor. Bükreş, ülkenin başkenti olmasının yanında aynı zamanda finansal, endüstriyel ve kültürel merkezi konumunda.

FRANSIZ MİMARİSİ ÖRNEKLERİ
İlk olarak Bükreş’in tarihine göz atıyorum. Bükreş, Tuna Nehri’nin bir kolu olan Dambovita Nehri üzerinde kurulu bir şehir. Adı ‘küçük prens’ anlamına geliyor. İsmi belgelerde 1459 yılında geçmeye başlamış. Osmanlı döneminde bir Ortaçağ kasabası görünümünde olan şehir başkent yapıldıktan sonra daha büyümüş. 1860’larda tam olarak kurulan şehir o dönemde Fransız mimarisi örnek alınarak inşa edilmiş. Fransızlara özenerek o tarzda mimariye sahip binalar yapmışlar. Bu nedenle bir dönem Balkanların Paris’i olarak anılmış. Komünizm döneminde ise iktidarı simgeleyen devasa binalar yapılmış. Komünizmin bitmesinden sonra ise plazalar ve alışveriş merkezlerinin hakimiyeti başlamış.
Şehirde trafik çok büyük sorun. AB’ye girmiş olsa da altyapısında halen geliştirmesi gereken çok şeyler var. Trafiğin nedenini de Romen rehberimiz şöyle anlatıyor: “Şehrin nüfusu 2 milyon ama şehirde 3 milyon araç var. Yakın şehirlerden gündüz çalışmaya geliyorlar ve ayrıca her firmanın iki üç aracı var. Trafiğin en büyük nedeni bu.”
Bükreş’te gezilecek yerlerin listesini yapıyorum. Parlamento Sarayı, Lipscani Bölgesi de denilen eski şehir, Zafer Takı, Opera Binası, Romen Köy Müzesi, Devrim Meydanı, Stavropoleos Kilisesi, Cismigiu Parkı, Bükreş Üniversitesi…. Hepsini görmek isteğindeyim.
İlk olarak Nikolay Çavuşesku’nun ünlü sarayını merak ediyorum. Bembeyaz rengiyle büyüleyici görünen saray devasa büyüklükte. Çavuşesku, Romence Palatul Poporului denilen sarayı 1989’da bitirmiş. Ama saraya yerleşemeden devrilmiş. Bina şu anda parlamento binası olarak kullanılıyor ve ABD’deki Pentagon’dan sonra dünyanın en büyük yönetim merkezi olarak adlandırılıyor. 200 bin metrekare kapalı alanı ve 25 bin odası olan bir saray karşısında adeta ağzı açık kalıyorum. Parlamento binasının altında Çavuşesku zor durumda kaldığında kaçabilmesi için gizli geçitler ve tüneller de yaptırmış. Saray, turistlere de açık ama her kısmını göremiyoruz….

ESKİ ŞEHİRDE GİZEMLİ SOKAKLAR
Bu kez durağımız eski şehri oluyor. Yani Lipscani Bölgesi. Eski bir kasaba havasında. Gizemli ara sokakları ve tarihi yapılarıyla en çok beğendiğim bölgesi oluyor. Pek çok hediyelik eşya satan dükkan, restoran ve bara da ev sahipliği yapıyor. Bir cadde boyunca devam eden merkezde insan kalabalığı hiç yok olmuyor. Buraya gelen turistlerin mutlaka görmeden gitmedikleri bir yer. 15. yüzyılda Kont Drakula da denilen Prens Vlad tarafından kurulmuş. Eski şehirdeki en güzel yapılardan biri 1724 yılında yapılan Stavrapoleos Manastırı. Yunan bir keşiş tarafından yaptırılmış. Depremde zarar görünce Romen bir mimar tarafından güçlendirilmiş.
Yolumuzun üzerinde Villacrosse Pasajı yer alıyor. Rehber anlatımını sürdürürken pasajdaki bir kahveciye oturuyoruz. Burası İspanyol bir mimar tarafından yaptırılmış. Depremde hasar gören sokağı Fransız tarzı bir pasaja dönüştürmüş. U şeklinde giriş çıkışı var. Nargilecilerin çokluğu biraz rahatsızlık veriyor. Pasajın ruhuna pek yakışmıyor.
Paris’tekine benzeyen Zafer Takı da görülmeye değer. İlk olarak Romanya’nın 1878 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından inşa edilmiş. Ahşap olan yapı daha sonra mermere dönüştürülmüş. Devrim Meydanı, Romenlerin deyimiyle Piata Revolutiei. Çavuşesku’nun ölümü ve komünizmin 1989’da yıkılışını temsil ediyor. Meydanda bulunan beyaz balkon pek çok eski olayın tanığı. Meydanın ortasında bir özgürlük heykeli de bulunuyor.

SANAT AÇISINDAN ZENGİN
Bükreş, opera, bale, müzik, tiyatro, sanat galerileri ve festivaller açısından da zengin. Romanian Atheneum da denilen Opera Binası şehrin en prestijli konser salonu ve en güzel binalarından biri. 1888 yılında inşa edilmiş. Mimarisi gerçekten hayranlık uyandırıcı. Ulusal Sanat Müzesi, etkileyici sanat koleksiyonlarına sahip bir müze. Devrim Meydanı’nda yer alıyor. Diğer ilgi çeken bir müzesi ise Ulusal Köy Müzesi. Ülkedeki kırsal yaşamı anlatıyor. Masal görünümlü evler gerçekten görülmeye değer. Her dönemdeki farklı tarzdaki Romen köylerinin örnekleri var.
Bükreş Üniversitesi de çok eski ve ihtişamlı. Şehirde görülmesi gereken yerlerden. Üniversite Meydanı’nda yer alıyor. 1850’lere yapılmış. Ben dışarıdan bakmakla yetindim ama içi gezilebiliyor. Çevresinde atmosferi solumakla yetiniyorum.
Bükreş’te güzel parklar da var. Bunlardan biri Çişmigiu yani Türkçesiyle Çeşmeci parkı. 250 yıllık bu parkta iki tane çeşme var. Parktaki gölde tekne turları yapılabiliyor. Temiz hava, yeşillik ve sakinlik koşturmanın arasında çok iyi geliyor…. Ayaklarım sızlasa da bir buçuk güne bu kadar yeri sığdırabildiğim için çok mutlu oluyorum. Güzel anılar eşliğinde geri dönüşe hazırlanıyorum.

ROMEN MUTFAĞI
Romen mutfağı, Türkler, Bulgarlar, Macarlar ve Rumlardan etkilenmiş. Bizim gibi beyaz peynir, domates, tereyağı ve çay olan bir ülke. Ayrıca her yerde börek bulabiliyorsunuz. Yemeklerin çoğunda domuz eti bulunuyor. İstemeyenler bolca tavuk yemek durumunda. Geleneksel yerlerde kırmızı et çok az var. Ama turistik restoranlarda bolca bulabilirsiniz. Bizdeki gibi çok çorba çeşitleri var. Birkaç önemli yemeği şöyle. Sarmale, lahana sarmasından yapılan dolma. Tek farkı domuz etinden yapılıyor olması.
Mamaliga, pilav niyetine yeniliyor. İrmik kıvamında öğütülmüş mısır. Muraturi yani turşu. Bizdeki gibi her çeşit turşuları var. Yemeklerin yanında garnitür olarak tüketiyorlar. Ciorba de Fasole Cu Ciolan ise, fasulye çorbası. Oyulmuş ekmekle servis ediliyor. Tam bir kış yemeği. Bu tarzda pek çok yemekleri var. Tuica ise erikten yapılan Romanya’nın milli içkisi. Alkol oranı bir hayli yüksek. Yemek konusunda kendinizi yabancı hissetmeyeceğiniz ülkelerden biri.

Bunlar da ilgini çekebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir