Polonya’nın tarih şehri: Krakow

 

Tarihten kalan bir kesit gibi Krakow… Hem zamana meydan okuyan yapıları hem de tanıklık ettiği acılarla… Şehirde dolaşırken kendinizi Ortaçağ’da modern yaşam sürüyor gibi hissedebilirsiniz.. Ve tabii ki tuz madeni ve Auschwitz Kampı… Yeraltı dünyasının harikalar diyarı ve İkinci Dünya Savaşı’nın acıları… Krakow, hem hüzün hem de eğlenceyi bir arada yaşatıyor…

Polonya denilince herkesin aklına ilk Varşova gelir… Başkent Varşova neredeyse diğer şehirleri geride bırakır. Ancak ülkeyi dolaşan herkes hemfikirdir ki eski başkent Krakow ziyaretçilerine daha fazla şey sunar. Ülkenin en eski şehri ve en büyük üç kentinden biri… Bilim, kültür ve sanat merkezi… Tarihte tanıklı ettikleriyle de Lehlerin kalbi durumunda.

Uzun zamandır merak ettiğim ve gitmek istediğim bir şehirdi, Krakow. Varşova üzerinden trenle gitme önerisine uyuyoruz. Bir buçuk saatte Varşova’ya varıyoruz. İki ülke arasındaki zaman farkı bir saat. Akşama doğru Krakow’a ulaşıyoruz… Yine tavsiyelere uyarak Rynek Glowny Meydanı’ndaki otellerden birini tercih ediyoruz. Öğrenci yoğun bir şehir olduğu için daha uygun fiyatlı konaklama isteyenlere onlarca hostel seçeneği de var.

HER YERDE TARİH

Krakow, Slovakya sınırına yakın Vistül Nehri etrafında kurulmuş sevimli küçük bir şehir. İkinci Dünya Savaşı’yla anılsa da savaştan çok az zararla kurtulmuş. O nedenle tarihi binaları her yerde görmek mümkün. Ama savaşın tüm izleri de kendini belli ediyor. Asıl hedefimiz Tuz madeni ve Auschwitz Kampı olduğu için küçük şehir merkezini hızlıca dolaşmak istiyoruz. Zaten üç günlük seyahatimiz buna göre programlı. Zaten kaldığımız meydan başlı başına bir tarih cenneti. Rynek Glowny, şehrin ana kalbi gibi. Krakow’un her tarafı ortaçağda modern yaşamı sunan türden….

Meydanın çevresinde pek çok kilise görmek mümkün. Polonya halkının dindar olduğunu öğreniyoruz. St. Mary’s Kilisesi bunlardan biri. 13’üncü yüzyılda inşa edildi. Kilisenin iki ihtişamlı kulesi var. Bunlardan da her saat başı trompet çalınıyor. Mimarisi ve atmosferi çok etkileyici. Şehir merkezinin tam ortasında büyük bir kule var. Bir sonraki hedefimiz orası. O da 13. yüzyılda inşa edilmiş ve 70 metre yüksekliğinde. Şehir manzarasını buradan doya doya izlemenin keyfi bir başka Biraz daha ilerleyince yorgunluk emareleri başlıyor. Gözüm hemen şehrin her yerinde görülen beyaz faytonlara ilişiyor. Şehre nostalji katıyorlar…

ŞEHRE TEPEDEN BAKIŞ

Kararsız kalıp yürüyerek devam etmeyi seçiyoruz. Kapalı çarşısı Sukiennice de görülmeye değer. Bir iki hediyelik eşya almayı da ihmal etmiyoruz. St. Florian Kapısı da muhteşem. Türklerle de bir bağlantısı da var. Hemen şehrin girişinde. Osmanlı ataklarına karşı önlem almak için inşa edilmiş. Üç tane izleme kulesi mevcut. Bugün ise çevresi sergi alanı olarak kullanılıyor. Şehre bir de tepeden bakmak lazım diyoruz. Eski şehirden çıkınca güney yönünde Wawel Tepesi’ne yöneliyoruz. Nehre karşı müthiş bir manzara eşliğinde tırmanıyoruz. Tepede katedral ve kale bizi karşılıyor. Her yerden ihtişam ve tarih fışkırıyor. 228 metrelik tepeden şehre bakmak müthiş bir deneyim. Şehir manzarasına ve tarihe doyarkan öğlen yemeğini bir sandviçle geçiştiriyoruz.

Tarih turumuzu Oscar Schindler’in fabrikasıyla sonlandırıyoruz. Eski bir fabrika müzeye dönüştürülmüş, ücret karşılığında gezilebiliyor. II Dünya Savaşı’nda fabrikasında çalışan Yahudilerin hayatını kurtarmış eski bir iş adamı, Schindler. Yorgunluğumuzu Leh yemekleri ve eğlence hayatıyla atıyoruz.

‘ÇALIŞMAK ÖZGÜR KILAR’

İkinci günkü listemizde Auschwitz-Birkenau Toplama Kampı var. Şehirde kamp için turlar düzenleyen firmalardan birini seçiyoruz. En az dokuz saat süren tura bir günü ayırmak gerekiyor. Tatilde böyle üzücü şeyleri görmek istemiyorum ama buraya gelmişken bu kampı görmeden olmaz. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Auschwitz yarısı Yahudi olan 14 bin kişinin yaşadığı küçük bir kasabaydı. Ancak savaştan sonra Nazi dehşetinin sembolü oldu. Üç kampta, Yahudi, Roman ve eşcinsellerden oluşan milyonlarca kişi öldürüldü. İnanılmaz acılara ev sahipliği yapmış kampın kapısında ünlü ‘Arbeit Macht Frei’ (Çalışmak Özgür Kılar) yazısı karşılıyor bizi.

Kampın girişinde ölen insanların fotoları var, eşyaları da sergileniyor. İşkenceyle öldüklerini düşüncükçe yüreğim parçalanıyor. Bunlar arasında çocuk kıyafetleri görmek ayrı bir üzüntü veriyor. Tarihçesini, rehberimizden dinliyoruz. 1941 yılında 100 bin Sovyet savaş esiri için çalışma kampı olarak kurulmuş. Naziler yöre halkını evlerini terk etmeye zorlar. Kamp 5 kilometrelik alanda kurulur. Bu geniş alan içinde farklı bölümleri olan kampın tamamı kuvvetli elektrik akımı verilmiş dikenli tellerle çevrilir. Önce Rus tutsaklar ve çalışamayan tutuklular öldürülmüş. Kısa süre sonra çalışamayacak kişiler gelenler arasında ayıklanarak gaz odasına gönderilmiş. Zamanla Auschwitz yeterli olmayınca bu kamptan çok daha büyük gaz odaları ve fırınları olan Birkenau kampı şehre 3 km uzaklıkta kurulmuş.

Kampın her metrekaresi üzüntü verici. Dolaşırken içim sıkılıyor ama bir kere geldik. Kampa girenleri iki oda bekliyor. Gaz odası ve cesetlerin yakıldığı fırınlar. İnsanlar topluca zehirlenerek yakılır ve pek çok deneyde kobay olarak kullanılarak öldürülür. 1941-45 yılları arasında milyonlarca insana mezar olmuş bir kamp burası. Onların yürüdüğü ve işkence çektiği yollarda, hücrelerde, koğuşlarda dolaşmak çok acı verici. Bir yandan da insanın ne kadar vahşileşebildiğine bizzat tanık oluyoruz. Beni en çok etkileyen gaz odaları oluyor.. Artık buralarda ölenlerin anısına sadece çiçekler var. Çalışmaya diye getirilip işkence ve acılar içinde ölüme sürüklenmişler. Gezi sırasında fenalaşanlar ve yarıda bırakanlar da oluyor. Ben de zor bela tamamlıyorum. İnsanlığımdan insanlıktan utanıyorum. Bu vahşeti anlatmada gerçekten kelimeler kifayetsiz kalıyor…
YERALTINDA TUZDAN DÜNYA

Krakow’da üçüncü günümüzü Wieliczka Tuz Madeni’ne ayırıyoruz. Şehre bir saat uzaklıkta. Dünyanın en eski tuz madeni. Geçmişi milyonlarca yıl önceye dayanıyor. Yerin metrelerce altında bir harikalar diyarı. 1996 yılına kadar aktifmiş. Düşük tuz fiyatları ve içindeki çökme nedeniyle kapatılmış. Artık bir müze. Gezmesi 4 saati alıyor. Kendimi bir çizgi film ya da bilim kurgu filminde hissediyorum…
Yerin altında tuzdan bir kilise, heykeller, tablolar. Her şey tuzdan bir sanata dönüşmüş. Maden tarih öncesi çağlardan beri kullanılmış. Bazı Leh krallarının evliliklerini burada gerçekleştirdiğini anlatıyor, rehber. Yaz kış madenin sıcaklığı eksi 14 derece olduğu için hırka ya da bir kazak alınmalı mutlaka. Çok geniş madenin sadece 20 odası turistlere dolaştırılıyor. Kapalı olan kısımları da var. Kapalı alan korkusu olanlar için zor bir gezi ama iniş çıkış basamakları geniş. Dışarıda ise madendeki tuzlardan yapılmış hediyelik eşyalar sizi karşılıyor. Ve tabii ki temiz hava…
ZENGİN YEMEK KÜLTÜRÜ

Yüzyıllar boyunca farklı kültürlerle etkileşim halinde olan bir ülke, Polonya. Bu durum mutfağına da yansımış. En tanınan yemeği Pierogi. Ravioli tarzı bir mantı çeşidi. Haşlama olarak yenebildiği gibi kızartılıyor da. Börek, çorba, turşu ve sakatat yemekleri bizim damak tadımıza uygun. Pancar çorbası Barszcz çok meşhur. Ülke mutfağıyla özdeşleşen en popüler yemek ise sosis yani Kielbasa. Her yerde kullanım ve tüketimini görebiliyorsunuz.
Patates ve lahanayı da her yerde günün her saatinde görebilirsiniz. Her köşe başında da ülkenin fast food’u Zapiekanka dükkanları var. Uzun baget ekmek üzerine isteğinize göre mantar, salam, soğan olan üzerine kaşar peyniriyle fırına verilen pizzaya benzer bir yiyecek. Ekmek içinde sunulan Zurek, avcı yemeği Bigos ve Golabki diğer ünlü yemekleri….
POLONYA
Başkenti: Varşova
Çoğrafi konum: Orta Avrupa
Komşular: Slovakya, Almaya, Çek Cumhuriyeti, Rusya, Litvanya, Belarus, Ukrayna
Yüzölçümü: 312 bin 679 kilometrekare
Nüfus: 38 milyon
Din: Katolik Hristiyan
İklim: Yaz ayları sıcak, kış ayları soğuk ve uzun sürer

Bunlar da ilgini çekebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir