Milano’da sanat ve tarih şöleni

Milano, tasarım ve sanayiyle öne çıksa da ziyaretçilerine sanat, tarih ve mimariye dair pek çok eser de sunuyor. Milano Katedrali, efsanevi opera salonu La Scala, ihtişamlı şatosu Sforzesco, Brera Sanat Galerisi ve Michalengelo’nun ünlü tablosu Son Akşam Yemeği bunlardan sadece birkaçı. Milano’yu keşfe buyurun…

Hanife BAŞ

Her metrekaresi dantel gibi itinayla işlenmiş. Sarımsı rengi ve kulelerdeki ihtişamı görülmeye değer. Her haliyle çok görkemli. Gotik mimari tarzının en güzel örneğini sunuyor. Üzerinde 3.500’den fazla heykel var. Çevresindeki mahşeri kalabalığı yararak binaya yakından bakıyorum. Adeta büyüleniyorum… Evet burası, Duomo di Milano yani Milano Katedrali.
İtalya’nın kuzeyindeki şehri Milano’da gezimize katedralle başlıyoruz. İtalya’nın en büyük, Avrupa’nın ise dördüncü büyük katedrali. Dünyanın her yerinden ziyaretçi çekiyor.
Adını verdiği Duomo Meydanı’ndayız. Rehberimizden katedralin tarihçesini dinliyoruz. Yapımına 1386 yılında başlanmış. Ancak 1905 yılında tamamlanmış. 355 yılında yapımı biten ilk Milano katedrali, 1075 yılındaki yangında tamamen hasar görmüş. Eski katedralin vaftizhanesinin üzerine 1386 yılında Başpiskopos Antonio da Saluzzo’nun emriyle romanesk mimari stilde yeni bir katedralin yapılması emrediliyor. Katedral, o dönem Milano’da çok güçlü olan ailelerden birine mensup Gian Galeazzo Visconti’nin müdahalesiyle Fransa’nın moda mimari tarzı olan gotik mimariye dönüşüyor. Ancak gotik mimarinin modası geçtikten ancak 300 yıl sonra katedral tamamlanabiliyor. İnşaatı 500 yıl sürmüş. Ancak 1965 yılında tamamlanmış. Katedral devasa boyutlarda. 11 bin metrekarelik alana sahip ve 40 bin kişi aynı anda ibadet edebiliyor. Katedralin uzunluğu 158.6 metre, genişliği ise 92 metre. 120 metre yüksekliğinde. 135 tane sivri kulesi bulunuyor. Heykellerle donatılmış olan katedralin en yüksek tepesine Meryem Ana’nın som altından heykeli olan ünlü Madonnina var. İtalya’da yaşayan bir Türk olan rehberimiz bu heykelin defalarca çalınmaya çalışıldığını ancak başarılı olunamadığını anlatıyor. Katedralin dışı kadar içi de muhteşem….İçindeki en önemli eser Saint Bartholomew heykeli.

GÜZELLİK, SANAT VE LÜKS
Duomo Meydanı, dikdörtgen plana sahip. Göz alabildiğince uzanıyor. Katedralden sonra hedefimiz Galleria Vittoria Emanuele II oluyor. Dünyanın ve İtalya’nın en eski alışveriş merkezlerinden. Cam kubbesi ve mimarisiyle göz alıcı. Hayranlıkla her metrekaresini seyre dalıyorum. Güzellik, sanat ve lüks bir arada. Her adımı her köşesi ince mimari zevki yansıtıyor. Pasaj şeklinde uzanan yapı içerisinde lüks mağazaları ve restoranları görebilirsiniz. Neo Rönesans mimarisi her haliyle baş döndürücü. Galeri, İtalya’nın birleşmesini kutlamak için ülkenin ilk kralı Galleria Vittorio Emanuele II için 1865 yılında Neo Rönesan tarzında inşa edilmiş. Mimarı Giuseppe Mengoni. 50 metre yüksekliğindeki galeri dört koridorlu. Milano’nun dünyanın ekonomik ve kültürel merkezi olduğunu göstermek için Afrika, Amerika, Asya ve Avrupa olarak adlandırılan dört koridora sahip. Dört koridoru birleştiren kubbesi farklı mozaiklerle süslenmiş. Bütün koridorları ise resim ve heykellerle süslü. Saat, tarım ve bilimi simgeleyen mozaikleri var. Galeri açılışının ardından Milano ileri gelenlerinin, sanatçıların, müzisyenlerin buluşma yeri haline gelmiş. Günümüzde ise lüks giyim markaları ve restoranları içeren üstü camla kaplı bir alışveriş merkezi…
Şimdi de Piazza Mercanti yani Tüccarlar Meydanı’ndayız. Orta Çağ döneminde şehrin tüccarlarının ve yönetimin merkezi olmuş. Eskiden çok büyükmüş şimdi ise çok küçük bir alanda. Ama Orta Çağ havasını en ince ayrıntısına kadar solumanızı sağlıyor.

İHTİŞAMLI ŞATO
Tarihin izinde gezimize Sforzesco Şatosu’yla devam ediyoruz. Milano’nun en önemli sembollerinden bir diğeri. Eskiden şehri korumak için bir kale olarak inşa edilmiş. 1368 yılında yapımı tamamlanan bir askeri yapının bulunduğu alana 15. yüzyılda inşa edilmiş. Milan dükü I. Francesco Sforza tarafından ikametgah olarak kullanılmış. Kırmızı kiremitli mimarisi çok ilgi çekici. Geniş avlusu, yapı çevresindeki geçişler büyüleyici. 19. yüzyılda yıkılınca tekrar 1891-1905 yılları arasında yeniden inşa edilmiş. Antik Sanat Müzesi, Mısır Müzesi, Uygulamalı Sanat Koleksiyonu, Müzik Enstrümanları Müzesi gibi müzelere de ev sahipliği yapıyor. Da Vinci ve Michelangelo’ya ait birkaç eseri de bünyesinde barındırıyor. Biz sadece şatoyu gezme fırsatı buluyoruz. Müzelere vakit olmuyor. İhtişamlı yapının arkasındaki geniş parkta ise biraz dinleniyoruz. Sempione Parkı, büyüklüğü ve temiz havasıyla şehrin kalbi durumunda. Şehre gelenlerin mutlaka gittiği yerlerden biri. Parkta çeşitli yapılar da bulunuyor. Çimenlere uzanıp çevredeki etkinlikleri seyre dalıyoruz…
Akşam yemeği için ise tipik bir Milano restoranı için yola koyuluyoruz. Şehrin sosyal olanakları ile cazibe noktası haline gelen bölgeleri ise Navigli ve Brera. Bu iki bölgenin caddeleri sanatseverler için fırsatlar sunuyor. Brera, Milano’nun en lüks bölgesi. Caddedeki otomobiller çok marka ve insanlar çok şık giyimli. Milano’nun geleneksel yemeği risotto. Safranlı olunca tam şehre özgü. Bizim başlangıç yemeğimiz risotto oluyor. Ardından ortaya karışık pizzalar, tiramisu.. Tabii ki İtalya’da olduğumuzu hissetmemiz gerekiyor… Limon likörü limoncello içtikten sonra günün yorgunluğunu atmak için otele dönüyoruz.

EFSANEVİ OPERA SALONU
Milano’daki ikinci günümüze La Scala’yla başlıyoruz. La Scala, İtalya’nın hatta dünyanın en ünlü opera salonlarından. Dışarıdan görmeyle yetiniyoruz. Burada konsere gidebilmek için aylar öncesinden bilet almak gerekiyor. İçinin çok görkemli olduğunu anlatıyor rehberimiz. Dışarıdan görüp bol bol fotoğraf çektiriyoruz. Bina 1778 yılından beri aktif olarak kullanılıyor. La Scala, genç müzisyenler ve dansçılar yetiştirmeyi hedefleyen Performans Sanatları Akademisi’ne de ev sahipliği yapıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda hasar gören binanın tekrar inşa edildiğini ve 1946 yılında kapılarını yeniden açtığını öğreniyoruz. La Scala’da, ünlü Türk Diva lakaplı Leyla Gencer de onlarca kez sahne aldı. Vefatına kadar La Scala’nın akademisinde görev yaptı. Gencer’i de anmayı ihmal etmiyoruz…

SON AKŞAM YEMEĞİ FRESKİ
‘Son Akşam Yemeği’ tablosunun peşine düşüyoruz. Leonardo da Vinci’nin en ünlü eserlerinden biri. Bunun için Santa Maria delle Grazie Kilisesi’ne gitmek gerekiyor. Ancak tablo diye düşündüğümüz resmin duvara yapıldığını görüyoruz. Çok büyük ebatlarda. İsa’nın çarmıha gerilmeden önce havarileri ile yediği son akşam yemeğini anlatıyor. Son Akşam Yemeği ya da Son Yemek, 15. yüzyılda Milano’da Leonardo da Vinci tarafından Duke Lodovico Sforza’nın isteği üzerine yapılmış bir fresk. Hıristiyan inanışına göre İsa Mesih’in Romalı askerlerce tutuklanmasından bir gün önce havarileriyle yediği son akşam yemeğini anlatıyor. Eser çok yıpranmış görünüyor ancak günümüze kadar gelmeyi başarmış…

BRERA SANAT GALERİSİ
Milano’da gezecek çok müze var. Ancak iki günlük bir seyahat olduğu için çok fırsatımız olmuyor. Sadece Brera Sanat Galerisi’ni gezebiliyoruz. İtalyancasıyla Pinacoteca di Brera. Şehrin en iyi müzelerinden biri. Müze, 16. yüzyılda inşa edilmiş bir sarayda. 1773’de temelleri İmparatoriçe Theresia’nın Güzel Sanatlar Akademisi’ni kurmasıyla atılmış. 1882’de akademiden ayrılarak bağımsız hale gelmiş. Sanat galerisinin 32 salonunda Caravaggio, Rafaello, Mantegna, Hayez gibi birçok ünlü ismin eserlerini görmek mümkün. Galerinin avlusu görmeye değer. Heykellerle dolu. Sanat öğrencilerinin arasına karışmak da şahane bir deneyim oluyor. Bol bol fotoğraf çekerek anılarımızın arasına girmesini sağlıyoruz.
Kısa sürede şehirde mümkün olan her yeri görüyoruz. Ama görmemiz gereken daha çok şey var. İki günlük rüya gibi bir Milano turunun ardından dönüşe doğru Malpensa Havalimanı’na yöneliyoruz…. Milano, tasarım ve sanayiyle öne çıksa da şehirden sanata, tarihe ve mimariye doymuş olarak geri dönüyoruz.

SAFRANLI RİSOTTO’YU DENEYİN
İtalyan mutfağı denince akla hep makarna, pizza ve risotto gelir. Milano, İtalyan şehirleri arasında çok da mutfağıyla öne çıkmıyor. Ama burada da klasik İtalyan lezzetlerini ve modern dünya mutfaklarını bulabileceğiniz pek çok seçenek var. Milano ise safranlı risottosuyla ünlü. Geleneksel restoranların hepsinde bulmak mümkün. İtalyan mutfağının önemli yemeklerinden olan risotto, pirincin yaygın tüketim şekillerinden biri. Pek çok yörede pilava soğan ve şarap katılarak pişiriliyor. Milano’da sarı sarı şekilde önünüze safranlı geliyor. Safran sever biri olarak ben çok beğendim. Ama tam sevdiğim tarzda diğer şehirlerde yediğim gibi çok güzel ve ince hamur bir pizzanın özlemini çektim diyebilirim. Özellikle pazar günü çoğu yer kapalı olduğu için yemek yemek için bir AVM’ye gitmek zorunda kaldık. Milano gibi bir şehirde halen pazar günleri her yerin kapalı olması şaşırtıcı geldi. Şehirde akşam yemeği öncesinde aperitivo evlerine giderek tuzlu atıştırmalıklar eşliğinde bir kadeh şarap ya da hafif bir kokteyl de içebilirsiniz.

KANALDA TEKNE TURU
Milano’da kanalların bulunduğu bölge ise Navigli. Naviglio Grande Kanalı’nın adını taşıyor. Venedik esintisi taşıyor. Güzel restoranları ve mağazalar yanında birçok sanat stüdyosu ve ara sokaklarında sanat galerilerine ev sahipliği yapıyor. Kanal, 1177 ve 1257 tarihleri arasında inşa edilmiş. 50 kilometreden daha uzun. Bir dönem ürünlerin taşınması için kullanılmış. Burada teknelerle kanal turuna çıkabilir ya da güzel restoranlarında kanal manzarasında yemek yiyebilirsiniz.

Bunlar da ilgini çekebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir