Ortaçağ, komünizm ve modern bir arada
Bükreş… Ortaçağ, komünizm ve moderni bir arada sunan bir şehir. Romanya’nın başkenti. Tuna’nın kollarından Dimbovita’nın kenarında kurulmuş. 1860’larda şehir Fransız mimarisi örnek alınarak inşa edilmiş. Bu nedenle de bölgenin Paris’i olarak adlandırılıyor. Sanat açısından bir hayli zengin. Çavuşesku’nun sarayı, şu anki parlamento binası en ilgi çekici tarihi binalardan. Çavuşesku, 25 bin odalı saraya yerleşemeden devrilmiş. İşte Bükreş…
Hanife Baş
Tuna Nehri’nin kollarından Dimbovita’nın kenarında kurulmuş. Eskiyle yeniyi beraber sunuyor. Ortaçağın, komünist rejimin önemli tanıklarından. İlk etapta devasa ve renksiz binalarıyla boğucu bir izlenim verse de kendinizi şehre bıraktığınızda keyfine varıyorsunuz. Evet, Romanya’nın başkenti Bükreş’ten bahsediyoruz. Biraz dolaştıkça şehre neden eskiden ‘Küçük Paris’ dendiği anlaşılıyor. Ortaçağa ait, neoklasik ve özgün tarihi yapıları, komünist dönemden kalma eserleri ve çağdaş binaları barındıran mimarisi, modern park ve bahçeleri, kilise ve heykelleri, müzeleri, anıtlarıyla tarih kokan bir şehir.
İlk başta salaş bir şehir izlenimi bırakıyor bende Bükreş. Ama Avrupa Birliği’ne de girmesiyle ülkedeki gelir düzeyinin yıldan yıla giderek arttığını öğreniyoruz. Eski tarz devasa ve estetikten yoksun binalar göz zevkine hitap etmese de geniş meydanlar ve parklar keyfimi yerine getiriyor. Militari ve Pantelimon bölgesinde komünizm döneminin havasını solumak mümkün. Tabii ki en çok meşhur başkan Nikolay Çavuşesku’nun ünlü sarayını merak ediyorum. Bembeyaz rengiyle büyüleyici görünen saray uçsuz bucaksız geliyor bana.
Çavuşesku, Palatul Poporului denilen sarayı 1989’da bitirmiş. Ama saraya yerleşemeden devrilmiş. Bina şu anda parlamento binası olarak kullanılıyor ve ABD’deki Pentagon’dan sonra dünyanın en büyük yönetim merkezi olarak adlandırılıyor. 200 bin metrekare kapalı alanı ve 25 bin odası olan bir saray karşısında adeta ağzı açık kalıyorum. Parlamento binasının altında Çavuşesku zor durumda kaldığında kaçabilmesi için gizli geçitler ve tüneller de yaptırmış. Saray, turistlere de açık ama her kısmını göremiyoruz. Büyüklüğü ve boyutları çok etkileyici geliyor ama görebildiğimiz yerlerini mütevazı buluyorum.
En ilginçlerinden biri Çavuşesku’nun sarayı olsa da şehirde daha görmemiz gereken pek çok yer olduğunu hatırlayarak yola koyuluyoruz. Yakındaki katedral ilk hedefimiz. 17’inci yüzyıldan kalma Rumen Ortodoks Kilisesi’nin merkezi. Patrik Katedrali diye anılıyor. İşlemeler ve mimarisi hayranlık uyandırıcı. Devrim Meydanı Romenlerin deyimiyle Piata Revolutiei. Çavuşesku’nun ölümü ve komünizmin 1989’da yıkılışını temsil ediyor. Meydanda bulunan beyaz balkon pek çok eski olayın tanığı. Ölenler için yapılan anıt pek çok şeyi anlatıyor.
SANAT AÇISINDAN ZENGİN
1860’larda kurulan şehir o dönemde Fransız mimarisi örnek alınarak inşa edilmiş. Bu nedenle de bölgenin Paris’i olarak adlandırılmış. Eski Fransız tarzı binalardan bunu görebiliyoruz. Şehirdeki tarihi mekanların yer aldığı Victoriei Caddesi boyunca devam ediyoruz. Kiliseler, müzeler, kütüphane ve opera binaları büyüleyici. Zaten opera, bale, müzik, tiyatro, sanat galerileri, casino, sirkler ve festivaller açısından zengin bir şehir Bükreş. Daha çok tarih vaat eden Lipscani diye anılan bir bölgede olduğumuzu öğreniyoruz.
Bükreş’i gezerken en çok beğendiğim sanat binası ise parklar içindeki opera binası oluyor. National Opera House binası mimarisi ve atmosferiyle ilgimi çekmeyi başarıyor. Bükreş park açısında da zengin. Gradina Cismigil, Parcul Herastrau bunlar arasında.
Uzun saatler alan dolaşmamız yorgunluk belirtilerini artırıyor. Dumanı üzerinde yemek hayalleri kurmaya başlıyoruz. Bir yandan da şehrin gece hayatını merak ediyoruz. İstikametimizin çok sayıda kulüp, bar, kafe ve restoranın yer aldığı tarihi merkez olduğunu
öğreniyoruz. Rumenler eğlenmeyi, yemeyi, içmeyi çok seven bir millet. Gece hayatı da bu ölçüde renkli ve çeşitli. Elektronik ve club müziği çok yaygın.
Mutfağı da bizimki kadar zengin olmasa da damak tadımıza hitap eden pek çok yemekleri var. Geleneksel yemekleri lahana sarması, bir tür et yemeği tokitura, köfte mititei, mamaliga,balık. Ama şaraplarına diyecek yok. Romenler dünyaca bilinen ünlü şaraplara sahip. En
bilinenleri arasında Cotnari, Murfatlar, Tarnave, Ştefenaşeti, Muscat bulunuyor. Güzel bir kırmızı Romen şarabı eşliğinde yemeklerimizi yiyoruz. Günün yorgunluğunu bir nebze olsun atıyoruz. Romanya’ya gelinir de gece hayatı yaşanmaz mı? Bu fikir özellikler gruptaki erkeklerin çok hoşuna gidiyor.
En çok bilinen gece kulüplerinden Bellagio’da zaten rezervasyonumuz yapılmış. Rumen gecelerine akıyoruz. Dans eden kızlar ve peş peşe açılan şampanyalar eşliğinde güzel bir gece geçiriyoruz. Kulüpte her hafta temalı geceler düzenleniyor. Günün yorgunluğu, içkinin ve dansın etkisiyle otelin yolunu tutuyoruz.
İş gezisi arasında sıkıştırdığımız Bükreş turunun ilk günü dolu dolu geçiyor. Şehri adeta hatmediyoruz. İkinci gün ise biraz iş toplantısı ve öğleden sonra da hediyelik eşya ve alışverişle geçiyor. Bucuresti Alışveriş Merkezi, Plaza Romania Alışveriş Merkezi’ne
uğruyoruz. Akşamki uçağımıza yetişmek için valiz hazırlama derdine düşüyoruz.
Kont Drakula’nın memleketi
Romanya bazı ilginç tarihi karakterlere de tarihinde yer vermiş. Kont Drakula bunlardan biri. Bugünkü korku filmlerinin en büyük teması durumunda. Kan emici vampir Drakula tarihçilere göre aslında Eflak Prensi Vlad Tepeş. 1460’lı yıllarda binlerde Türkü öldürdüğü söylenen Drakula’nın bir tiran ve kan dökücü bir savaşçı olduğu biliniyor. Bazı kaynaklara göre kan içmemiş. Vampirliği yıllar içinde gelen öykülerden kaynaklanıyor. Kazıklı Voyvoda ise diğer ünlü Romen kişisi. O da bir Eflak Prensi. Düşmanlarını kazığa vurduğu için bu adla anılmış. Kazıklı Voyvoda bölgede Türk egemenliğine karşı çıkar. Ama Türklerle savaşırken ölür.
BÜKREŞ
Nüfus: 2.3 milyon
İklim: Karasal
Konumu: Romanya Ovası’nın ortasında, Dimbovita’nın kıyısında
Ekomomisi: Ekonomisinin yüzde 21’i sanayiye dayanıyor.
Saat farkı: Yok
Son Yorumlar